Türkiye’de Eğitim Sisteminin Kurumsal Ders Çıkarma Kapasitesinin Sınırları



Giriş

Krizlerden ve toplumsal musibetlerden ders çıkarabilmek, bir toplumun kendini yenileyebilmesi ve hatalardan öğrenerek ilerleyebilmesi için hayati bir beceridir. Bu beceri yalnızca bireylerin değil, kurumların ve sistemlerin de sahip olması gereken bir niteliktir. Türkiye’de kamu yönetiminde ve siyasal sistemde sıklıkla dile getirilen “kurumsal hafıza eksikliği” ve “aynı hataların tekrar edilmesi” durumu, doğrudan eğitim sistemiyle de bağlantılıdır. Çünkü eğitim sistemi, yalnızca birey yetiştirme aracı değil, aynı zamanda toplumun hafıza merkezi, değer üreticisi ve eleştirel düşünce ortamıdır. Ne yazık ki Türkiye’nin eğitim sistemi, bu rolü yeterince yerine getirememekte; krizlerden, hatalardan ve toplumsal musibetlerden kurumsal ders çıkarma kapasitesini üretmede yetersiz kalmaktadır.



1. Merkeziyetçilik ve Siyasi Müdahale: Süreklilik Sorunu

Türkiye’de eğitim sistemi büyük ölçüde merkezi bir yapıya sahiptir. Müfredat, öğretmen atamaları, sınav sistemleri ve eğitim politikaları, neredeyse tamamen Milli Eğitim Bakanlığı’nın inisiyatifindedir. Bu yapı, iktidar değişikliklerinden ve siyasal yönelimlerden kolayca etkilenebilmektedir. Eğitim politikalarında sık sık yapılan köklü değişiklikler, sistemin uzun vadeli öğrenme, hafıza oluşturma ve süreklilik sağlama işlevini zayıflatır. Her gelen iktidarın kendi dünya görüşüne göre müfredatı yeniden şekillendirmesi, geçmişteki hataların sistemli biçimde işlenmesini ve geleceğe aktarılmasını engeller.



2. Eleştirel Düşünce Eksikliği: Öğrenmenin Önündeki Pedagojik Engel

Kurumsal düzeyde ders çıkarabilmek, ancak eleştirel düşüncenin sistemli biçimde bireylere kazandırılmasıyla mümkündür. Ancak Türkiye’de eğitim sistemi, öğrencileri düşünmeye değil, ezberlemeye, sınav kazanmaya ve otoriteyi sorgulamamaya yönlendirir. Bu durum, yalnızca bireylerin krizleri anlamasını zorlaştırmakla kalmaz; aynı zamanda kurumların da yenilikçi, eleştirel ve öz değerlendirmeye açık bir zihin yapısı geliştirmesinin önünü tıkar.



3. Tarih ve Sosyal Bilgilerde Tek Yanlı Anlatı: Geçmişten Ders Değil, Efsane Üretimi

Krizlerin eğitsel olarak işlenebilmesi için, toplumsal hafızanın parçası olan olayların nesnel, çok boyutlu ve eleştirel biçimde aktarılması gerekir. Ancak Türkiye’de tarih ve sosyal bilgiler öğretimi çoğu zaman ulusal başarı anlatıları, mağduriyet söylemleri ya da zafer hikâyeleri ekseninde kurgulanır. 1999 depremi, 2001 ekonomik krizi, 15 Temmuz darbe girişimi gibi büyük olaylar, eğitim içeriğinde ya araçsallaştırılır ya da yüzeysel şekilde ele alınır. Bu durum, krizlerden öğrenme fırsatını ortadan kaldırır.



4. Öğretmen Özerkliği ve Katılımcı Eğitim Eksikliği

Kurumsal ders çıkarma süreci yalnızca öğrencilerle değil, öğretmenlerin pedagojik özerkliği ile doğrudan ilgilidir. Türkiye’de öğretmenler genellikle müfredat dışına çıkmaktan kaçınır; toplumsal olayları sınıfta tartışmak riskli olarak görülür. Bunun yanında, eğitim politikalarının belirlenmesinde öğretmenlerin, öğrencilerin, velilerin ya da akademisyenlerin katılımı sınırlıdır. Katılımcılık olmadığında eğitim sistemi, toplumun krizlerden getirdiği geri bildirimleri toplayıp işleyemez.



5. Kurumsal Hafıza ve Arşivleme Sorunu

Kurumsal ders çıkarma, yalnızca bireysel öğrenme değil, aynı zamanda hafızayı tutma ve sistematik bilgi üretme işlevini gerektirir. Türkiye’nin eğitim sistemi, krizlerin arşivlendiği, belgelerin işlendiği, deneyimlerin analiz edildiği bir yapıdan yoksundur. Okullarda, bakanlıkta ya da eğitim kurumlarında, geçmiş deneyimlerden öğrenmeyi sürdürecek bir bilgi altyapısı ya da refleks zayıftır.



Sonuç: Yenilenemeyen Eğitim, Öğrenemeyen Toplum

Türkiye’de eğitim sistemi, yalnızca bilgi aktarımına değil, aynı zamanda toplumsal öğrenmeye ve kurumsal hafıza inşasına hizmet etmelidir. Ancak merkeziyetçilik, eleştirel düşünce eksikliği, siyasi müdahaleler, öğretmen özerkliğinin sınırlılığı ve hafıza eksikliği gibi nedenlerle bu rolü yeterince yerine getirememektedir. Eğitim sisteminin bu hali, Türkiye’nin toplumsal olarak aynı hataları tekrar etmesine, krizlerden sistematik ders çıkaramamasına ve yapısal dönüşümleri geciktirmesine neden olmaktadır.

Kurumsal ders çıkarma kültürünün gelişmesi için eğitim sisteminin daha şeffaf, katılımcı, eleştirel düşünceye açık ve siyaset üstü bir yapıya kavuşması zorunludur. Aksi halde, yalnızca bireylerin değil, kurumların da “aynı musibetleri tekrar yaşama” döngüsünden çıkması mümkün olmayacaktır.