Bir Musibetin Öğrettikleri: Türkiye’de Denetim Zafiyeti, Kurumsallaşma ve Krizlerden Öğrenme Sorunu

Giriş

“Bir musibet bin nasihattan evladır” atasözü, bireysel ve toplumsal davranış biçimlerinin öğrenme sürecini özlü biçimde anlatır. İnsanlar, çoğu zaman soyut uyarılardan çok, doğrudan yaşanan olumsuzluklardan etkilenir. Bu gerçeklik yalnızca bireyler için değil, devletler ve kurumlar için de geçerlidir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise bu durum daha belirgin bir hal alır. Krizler yaşanmadıkça harekete geçmeyen bir yönetim anlayışı, çoğu zaman önlenebilir zararları kaçınılmaz hale getirir. Bu makalede Türkiye’deki idari denetim eksikliğinin nedenleri, bu eksikliklerin toplumsal ve kurumsal kökenleri ile krizlerden öğrenme sürecindeki aksaklıklar ele alınacaktır. Ayrıca küresel düzeyde de neden risklerin yeterince ciddiye alınmadığı irdelenecektir.



I. Türkiye’de İdari Denetim Eksikliği: Neden Süreklilik Sağlanamıyor?

Türkiye’de denetim sistemlerinin zayıflığı yalnızca teknik bir sorun değil; aynı zamanda yapısal, kültürel ve siyasal bir meseledir. Güçlü bir denetim mekanizması kurmak, sadece yasa ve kurumlarla değil, bu kurumların işleyiş biçimi ve toplumsal zihniyetle doğrudan ilişkilidir.

1.⁠ ⁠Kurumsallaşma Eksikliği

Devlet kurumlarının belli kişilere ya da siyasi otoritelere bağlı şekilde işlemesi, denetimin tarafsızlığını ve sürekliliğini zedeler. Bu durum, musibetlerden ders çıkarma ihtimalini ciddi şekilde sınırlar. Aynı sorun tekrarlandığında, çözüm değil bahane üretmek yaygın bir pratik haline gelir.

2.⁠ ⁠Siyasallaşmış Bürokrasi ve Liyakatsizlik

Bürokraside liyakat yerine sadakat ön planda tutulduğunda, denetim mekanizmaları ya işlevsizleşir ya da göstermelik hale gelir. Bu da sorunların tespiti ve çözümü yerine, örtbas edilmesine yol açar.

3.⁠ ⁠Toplumsal Hafıza ve Medya Zayıflığı

Türkiye’de yaşanan krizlerin nedenleri ve sonuçları yeterince tartışılmaz, sorgulanmaz ve kayıt altına alınmaz. Ne medya ne de eğitim sistemi, bu deneyimlerden öğrenmeyi sistematikleştirecek kapasitededir. Sonuç olarak, krizlerin üzerinden zaman geçince toplumda bir “unutkanlık” hâkim olur.

4.⁠ ⁠Popülizm ve Kısa Vadecilik

Siyasi iktidarlar, yapısal reformlar yerine, kısa vadede kamuoyunu tatmin edecek çözümler üretmeyi tercih eder. Ancak bu yaklaşımla krizlerin tekrar yaşanmasının önüne geçmek mümkün değildir.



II. Krizlerden Ders Çıkarma: Gelişmiş Ülkeler Neden Farklı?

Gelişmiş ülkelerde de musibetler, değişimin tetikleyicisi olabilir. Ancak bu ülkeler krizden sonra kalıcı ve sistematik reformlar yapma eğilimindedir.
• 2008 küresel finans krizi sonrası ABD ve Avrupa’da finansal düzenleme kurumları yeniden yapılandırılmıştır.
• Çernobil ve Fukushima kazaları, nükleer enerji politikalarının yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur.
• Pandemi sonrası birçok ülke sağlık sistemlerinde ciddi yapısal değişikliklere gitmiştir.

Bu ülkelerdeki temel fark, krizlerin ardından kurumsal öğrenmenin ve reformların gerçekleşmesidir. Krizler geçici refleksler değil, kalıcı değişimlere dönüşür.



III. Krizler Evrensel Riskler Sunarken Neden Ciddiye Alınmıyor?

Küresel ölçekte de krizlerin ve risklerin yeterince ciddiye alınmaması çeşitli faktörlerden kaynaklanır:

1.⁠ ⁠Psikolojik Mesafe ve Algı Sorunu

İnsan zihni, uzak gelecekteki riskleri bugünkü konforuna tercih etmez. Bu nedenle iklim krizi gibi yavaş ilerleyen tehlikeler sıklıkla göz ardı edilir.

2.⁠ ⁠Ekonomik Çıkar Grupları ve Statüko

Çoğu büyük kriz, mevcut ekonomik düzeni tehdit eder. Krizi önlemek için atılacak adımlar pahalı, zor ve bazen sermaye gruplarının aleyhinedir. Bu da gecikmelere yol açar.

3.⁠ ⁠Uluslararası İş Birliği Zafiyeti

Birçok kriz (iklim değişikliği, salgınlar, göç krizleri) ulusal sınırları aşar. Ancak ülkelerin ortak hareket etmekte isteksiz olması, çözümleri geciktirir.

4.⁠ ⁠Riskin Normalleşmesi

Sürekli kriz ve felaket haberleriyle maruz kalan toplumlar zamanla duyarsızlaşır. Bu “riskin sıradanlaşması” eğilimi, özellikle medya ve sosyal medyanın etkisiyle daha da artar.



Sonuç

Türkiye’de idari denetim eksikliği, yalnızca teknik bir açık değil; kurumsallaşmamış yapılar, siyasallaşmış kamu yönetimi, toplumsal hafıza eksikliği ve popülist siyaset kültürünün bir sonucudur. “Bir musibet bin nasihattan evladır” sözü bu gerçekliği özetlerken, aynı zamanda bir zafiyeti de gözler önüne serer: Musibetlerden ders almak, yeterli değildir; önemli olan bu dersi kurumsal ve kalıcı hale getirebilmektir.

Gelişmiş ülkeler bu noktada musibetleri öğrenme aracına dönüştürebilirken, Türkiye gibi ülkelerde bu dersler genellikle geçici reflekslerle sınırlı kalır. Aynı şekilde, dünyada da krizlerin ve risklerin yeterince ciddiye alınmaması, insan psikolojisinin doğasıyla, ekonomik çıkarlarla ve siyasi irade eksikliğiyle ilgilidir.

Sonuç olarak, krizlerden korunmak için yalnızca “musibet” yaşanmasını beklemek yerine, güçlü bir öngörü, kurumsal hafıza ve sürekli denetim anlayışı geliştirilmelidir. Aksi halde, her musibet sadece bir sonraki felaketin habercisi olmaya devam eder.