Etik Körlükten Etik Kırılmaya: Ticarileşmiş Toplumda Ahlaki Çözülme

Modern toplumlar, kapitalist üretim ilişkilerinin ve piyasa rasyonalitesinin etkisiyle giderek ticarileşmiş bir yapıya bürünmektedir. Bu dönüşüm yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda toplumsal değerleri, normları ve bireyin etik duyarlılığını da derinden etkilemektedir. Bu bağlamda öne çıkan iki kavram, etik körlük ve etik kırılma, toplumsal ahlakın dönüşümünü anlamak açısından önemlidir.

Etik körlük, birey ya da kurumların eylemlerinin ahlaki boyutlarını fark edememesi ya da önemsememesi durumunu ifade eder. Sosyolojik açıdan bu, bireyin içinde bulunduğu yapısal koşullar tarafından şekillendirilmiş bir algı sapmasıdır. Bürokratik yapıların, kurumsal rutinlerin ya da rekabetçi iş ortamlarının birey üzerinde yarattığı baskı, etik değerlendirme kapasitesini geçici olarak devre dışı bırakabilir. Örneğin, bir kamu görevlisinin “talimat böyle” diyerek adaletsiz bir uygulamayı sorgulamadan yerine getirmesi, bireysel ahlaki sorumluluğun kolektif sistem içinde erimesine işaret eder.

Ancak etik körlük bireysel düzeyde kaldığında geçici ve düzeltilebilir olabilir. Ne var ki bu körlük süreklilik kazanır ve kurumsallaşırsa, etik kırılma dediğimiz daha derin bir toplumsal dönüşüm meydana gelir. Etik kırılma, toplumsal değerlerin ve normların sistematik olarak aşınması, ahlaki olanın yerini faydacı ve piyasa temelli hesapların almasıdır. Bu kırılma, bireylerin değil, toplumun tamamının etik pusulasını kaybetmesine yol açar. Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramsallaştırmasıyla işaret ettiği gibi, etik sınırlar esnekleşmiş, bireyler kendi çıkarlarını kolektif sorumluluğun önüne koyar hale gelmiştir.

Ticarileşmiş toplum yapısı, etik kırılmayı besleyen başlıca zeminlerden biridir. İnsan ilişkileri, toplumsal roller ve hatta vicdani kararlar bile piyasa mantığına indirgenmektedir. Eğitim, sağlık, adalet gibi alanlarda hizmetin niteliği değil, getirisi ön plana çıkmakta; böylece kamusal etik, özel çıkarların gölgesinde silinmektedir. Bu durum, bireyin ahlaki kararlarını sadece kendi değil, başkalarının da sorgulamaz hale geldiği bir toplumsal yapı üretir.

Sonuç olarak, etik körlük ile başlayan ve sistematik hale gelerek etik kırılmaya dönüşen bu süreç, yalnızca bireysel ahlaki zayıflığın değil, aynı zamanda yapısal ve kültürel dönüşümün de bir sonucudur. Toplumun etik dokusunun yeniden inşası için, sadece bireysel bilinç değil, aynı zamanda kurumların ve kamusal alanın etik ilkeler temelinde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.