“Haklı Olmak ve Görünmeyen Yara”

Bazı insanlar vardır; bir cümle kurarsınız, onlar hemen savunmaya geçer. Sanki söyledikleriniz bir düşünce değil, bir saldırıdır. Sanki her kelime, onların iç dünyasında çoktan kazılmış bir hendekten geçirilmek zorundadır. Bu insanların gözünde eleştiri, düzeltme ya da öneri bile, bir meydan okumaya dönüşür. Onlar için haklı olmak sadece bir duruş değil, bir varoluş biçimidir. Peki neden?

Savunma refleksi çoğu zaman bir “koruma kabuğu”dur. Ama bu kabuk rastgele oluşmaz; onu örmek için yıllar gerekir. Kimileri çocukluğunda çokça eleştirilmiştir; kimileri yeterince görülmemiş, kimileri ise sevgi karşılığında hep “doğru” olmayı öğrenmiştir. Böylece “haklı olmak” onlar için bir duygu değil, bir güvenlik protokolü haline gelir. Haksızlıkla yüzleşmek, sadece bir yanlışı kabul etmek değil, aynı zamanda o kırılgan benliğin açığa çıkması, hatta bazen dağılması anlamına gelir.

Bu insanlar çoğu zaman dışarıdan kibirli, inatçı ya da narsist görünür. Oysa içlerinde taşıdıkları en derin korku, aslında “yanlış biri” olmaktır. Haklı olduklarını ispatlamaya çalışırken çoğu zaman anlaşılmak isterler ama kelimeleri bu arzuyu taşımaz; çünkü içten içe kimsenin onları gerçekten anlayamayacağına inanmışlardır.

Ve işte tam bu noktada bir paradoks doğar: Kendini korumak için sürekli haklı çıkma çabası, aslında onları en yalnız yere iter. Çünkü kimse sürekli duvarla konuşmak istemez. Bir noktadan sonra insanlar, onunla değil, onun duvarıyla muhatap olduklarını fark eder ve geri çekilirler. Oysa o kişi, sadece biraz daha güvenli bir zeminde sevilmek istemektedir.

Eleştiriler karşısında her daim kalkan kuşanmak, bir yaşam biçimi değildir. Bu bir hayatta kalma stratejisidir. Ama insan sadece hayatta kalmak için değil, yaşamak için de yaratılmıştır. Ve yaşamak, bazen haksız olabilme lüksünü kendine tanıyabilmektir. Çünkü insan, hatalı olduğunda bile sevilebilir. Bunu öğrenen biri için haklı olmak artık bir zorunluluk değil, sadece bazen rastlanan bir durum olur.