Korku ve Güven Arasında: İktidarın İki Yüzü

İktidarın eli, insanlık tarihi boyunca ya korkuyla ya da güvenle dokundu bireyin varoluşuna. Bu iki uç, sadece birer yönetim tarzı değil, aynı zamanda insan doğasının ve toplum tasavvurunun aynadaki yansımalarıdır. “Korkuyla yönetmek”, insanı potansiyel bir tehdit olarak gören bir zihniyetin ürünü iken; “güvenle yönetmek”, bireyi düşünen, hisseden, anlam yükleyen bir varlık olarak kabul eden anlayışın meyvesidir.

Korku, hızlı bir boyun eğiş sağlar. Korkutulan birey, otoriteye itaat eder; çünkü cezadan sakınır. Ancak bu itaatin altında özgür irade değil, bastırılmış bir varoluş yatar. Machiavelli’nin “sevilmektense korkulmak yeğdir” sözü, belki bir çaresizliğin, belki bir gerçekçiliğin dışavurumudur. Ancak burada sorulması gereken şudur: Korkuyla inşa edilen bir düzen, ne kadar uzun ömürlü olabilir?

Güven ise zamanla inşa edilir. Bir yöneticinin ya da liderin güven vermesi, sadece yasaların değil, adaletin ve şeffaflığın egemen olduğu bir ilişki biçimini gerektirir. Güvenle yönetmek, bireyi özne olarak kabul eder; düşüncelerine, eleştirilerine ve hatta isyanına alan tanır. Bu yönetim biçiminde güç, korkunun değil, ortak sorumluluğun ürünüdür.

Korku ve güvenin felsefi karşıtlığı, Hobbes ve Rousseau’nun toplum sözleşmelerinde dahi karşımıza çıkar. Hobbes, insanı doğal halde birbirine tehdit olan varlıklar olarak görür; bu yüzden güçlü bir egemenin korkusuyla düzen sağlanır. Oysa Rousseau, insanın doğasında iyi olduğunu savunur ve toplumun güven temelli bir sözleşmeyle şekillenmesi gerektiğini ileri sürer. Biri zorunluluğu, diğeri imkanı temel alır.

Korkuyla yönetilen toplumlar, bir sabır patlamasında yıkılırken; güvenle inşa edilenler, değişimlere karşı daha esnektir. Çünkü korkunun olduğu yerde hakikat bastırılır; güvenin olduğu yerde ise hakikat konuşur. Korkuyla yönetmek, ışığı söndürmek; güvenle yönetmekse mum yakmaktır karanlıkta.

Sonuç olarak, bir yönetici hangi yolu seçerse seçsin, ardında bir insanlık tanımı yatar. Korkuyla mı, güvenle mi? Bu sadece bir yönetim biçimi değil, bir varoluş tercihidir.