Görünmek Mi, Olmak Mı?

Aynaya bakmak artık yalnızca sabahları yüzümüzü kontrol etmekle sınırlı değil. Bugün, bir fotoğraf paylaşmadan önce onlarca filtre deniyor, paylaştığımız görüntülerle kim olduğumuzu değil, kim olmak istediğimizi anlatıyoruz. Görünüş, hiç olmadığı kadar önemli hale geldi. Peki neden?

Bunun ilk nedeni, elbette dijital kültür. Sosyal medya, görselliği merkeze alan bir mecra. Burada önce göz konuşur, sonra akıl. Ne kadar “iyi” görünürsen, o kadar dikkat çekersin. Oysa dikkat, değer ile karıştırıldığında yanıltıcıdır. Bugün birçok insan, gerçekten var olmaktan çok, görünüyor olmayı yeterli sanıyor. Bir kıyafet, bir vücut tipi, bir yüz hattı üzerinden kimlik kurmak, derinlikli bir öz imgesinin yerini alıyor.

İkinci neden, modern toplumun başarı tanımıyla ilgili. Başarılı olmak, yalnızca bir şey başarmak değil; aynı zamanda başarılı görünmekle de ilgilidir. O yüzden iyi bir işe sahip olmak kadar, bunu “gösteren” bir yaşam tarzı da bekleniyor. Lüks tüketim, marka takıntısı, güzellik estetiği hep bu dışsal onay arayışının parçası. Görünüş, sosyal sermayenin yeni formu oldu.

Ama bu kadar dışa dönük yaşamanın bedeli de büyük: özsaygı dış kaynaklara bağlı hale geliyor. Aynaya baktığımızda ne hissettiğimiz değil, başkalarının ne düşündüğü önemli oluyor. Bu, insanı sürekli bir karşılaştırma ve yetersizlik hissine sürüklüyor. Ruh, kendi teninde huzur bulamıyor.

Oysa gerçekten huzurlu bir yaşam, görünüşten çok oluşla ilgilidir. Nasıl göründüğümüz değil, neye inandığımız, ne ürettiğimiz, ne hissettiğimiz önemlidir. Görünüş geçicidir; ama insanın özü, zamanla olgunlaşan ve derinleşen bir iç dünyadır. Belki de sormamız gereken soru şudur: Aynalarda kendimizi mi görüyoruz, yoksa başkalarının bakışlarını mı?