Demokrasi ve İnsan Hakları Hegemonyasının Sonu: Yeni Bir Dünya Düzeni mi?

Yıllarca ABD ve AB, NATO ile diğer koalisyon güçleri aracılığıyla yürüttükleri operasyonları “demokrasi” ve “insan hakları” söylemleriyle meşrulaştırmaya çalıştı. Ancak bugün bu söylemin inandırıcılığı çökmüş durumda. Ortaya çıkan tablo, açık bir teknolojik, ekonomik ve askeri güç gösterisinden ibaret. Demokrasi ve insan hakları retoriği, yerini daha ham ve pragmatik bir rekabete bırakıyor. Peki, bu hegemonyanın yerini ne alacak?

Dünya, tek kutuplu bir düzenden çok kutuplu bir güç dengesine evriliyor. Bu dönüşüm, otoriter eğilimli rejimlerin güçlerini konsolide etmeleri için verimli bir zemin sunuyor. Liberal ve özgürlükçü değerler, yerini içe kapanık, güvenlik odaklı devlet politikalarına bırakıyor. Çin’in teknolojik ve ekonomik yükselişi, Rusya’nın jeopolitik hamleleri ve bölgesel aktörlerin artan özerkliği, bu yeni düzenin yapı taşlarını oluşturuyor. İsrail’in yayılmacı politikaları gibi bölgesel krizler de bu güvenlikçi yaklaşımı körüklüyor. Türkiye gibi ülkelerde ise dış tehdit algısı, iç politikada otoriter eğilimleri meşrulaştıran bir araç haline geliyor.

Ancak tarih, güvenlik odaklı politikaların uzun vadede sürdürülebilir olmadığını defalarca gösterdi. Bu tür yaklaşımlar, toplumsal talepleri bastırabilir, ancak ekonomik eşitsizlikler, sosyal huzursuzluk ve küresel iş birliği ihtiyacının artmasıyla çatlaklar oluşur. Güvenlikçi paradigmalar, iç ve dış baskılar karşısında yıkılmaya mahkumdur. Yeni bir hegemonya, muhtemelen teknoloji ve ekonomik üstünlüğün şekillendirdiği, ancak daha esnek ve çoğulcu bir güç paylaşımına dayalı bir düzen olacaktır. Bu düzen, ne saf bir demokrasi ihracı ne de otoriter bir kapanma olacak; aksine, pragmatizm ve bölgesel iş birliklerinin ön planda olduğu bir hibrit sistem.

Sorun şu ki, bu geçiş dönemi kaotik ve belirsiz. Liberal değerlerin aşınması, popülist ve otoriter rejimlerin yükselişiyle birleştiğinde, küresel istikrar için riskler artıyor. Yeni düzenin neye evrileceği, büyük ölçüde devletlerin bu kaosu nasıl yöneteceğine ve toplumların özgürlük taleplerini nasıl yeniden formüle edeceğine bağlı. Tarihin dersi açık: Hiçbir hegemonya sonsuza dek sürmez, ama yerine gelen, mutlaka daha adil olacak diye bir kural da yok.