ABD’nin Çin’e Vergi Tarifeleri: Hegemonyanın Son Kozu mu?

Bir devletin hegemonyasını koruma çabası, bazen çaresiz bir hamleyle kendini ele verir. ABD’nin Çin’e uyguladığı vergi tarifeleri, tam da bu tür bir hamle gibi görünüyor. Küresel arenada güç dengeleri değişirken, bu tarifeler belki de Washington’un elindeki son kozlardan biri.

Zamanlama tesadüf değil. Çin, özellikle yapay zeka temelli teknolojilerde olağanüstü bir atılım içinde. Düşük maliyetli, yüksek kaliteli üretimle küresel piyasaları sarsan Çinli firmalar, Amerikan şirketlerini köşeye sıkıştırmış durumda. Kamuoyuna yansıyan en çarpıcı örneklerden biri, Tesla ile Çinli elektrikli araç devi BYD arasındaki rekabet. BYD’nin uygun fiyatlı modelleri, Tesla’nın pazar payını tehdit ederken, bu çekişme sadece iki şirket arasında değil, iki ekonomik sistemin çarpışması olarak da okunabilir.

ABD, vergi tarifeleriyle Çin’in yükselişini yavaşlatmayı hedefliyor. Ancak bu strateji, kısa vadeli bir nefes alma çabasından öteye gidebilir mi? Çin’in teknolojik bağımsızlığını güçlendirmesi ve alternatif pazarlara yönelmesi, tarifelerin beklenen etkiyi yaratmasını zorlaştırabilir. Dahası, bu hamle Amerikan tüketicisini de vuruyor; artan maliyetler, teknoloji ürünlerinden günlük ihtiyaçlara kadar her alanda fiyatları yukarı çekiyor.

ABD’nin bu hamlesi, yalnızca Çin’le sınırlı kalmıyor; Rusya’ya yönelik politika değişiklikleriyle birlikte, küresel dengelerde daha karmaşık bir tablo ortaya çıkıyor. Bu iki cephede sertleşen tutum, Avrupa Birliği’ni (AB) Çin’e daha da yaklaştırabilir. AB, enerji ve teknoloji alanında Çin’le iş birliğini derinleştirerek hem ekonomik hem de stratejik avantajlar peşinde. Bu durum, Çin için büyük bir fırsat: Avrupa pazarına daha fazla entegre olarak küresel etkisini artırabilir. Öte yandan, ABD’nin bu politikaları, müttefikleriyle arasını açarak onu eskisinden daha yalnız bir konuma itiyor.

Bu bir ticaret savaşı, evet, ama aynı zamanda bir vizyon savaşı. Çin, inovasyon ve üretim kapasitesini artırırken, ABD’nin korumacı refleksleri, kaybetme korkusunun bir yansıması gibi. Soru şu: Hegemonyasını korumak isteyen bir devlet, bu tür kozlarla mı ayakta kalır, yoksa değişen dünyaya uyum sağlayarak mı? Tarih, bu soruya genellikle ikinci cevabı verir. Ancak Washington’un bu dersi ne kadar hızlı öğreneceği, küresel ekonominin geleceğini şekillendirecek.